tüm resim listesi burdadır.





YÜZÜKLERİN EFENDİSİ: "İblis'in Yalan ve İftiralar Masalı"

Bu yazımızda, İngiliz edebiyat profesörü J.R.R Tolkien tarafından 1954 yılında piyasaya sürülen; yazımı 17 yıl süren üç ciltlik kitap "Yüzüklerin Efendisi Masalı"nı ve içindeki "şeytani kavramları" analiz etmeye çalışacağız. 50 küsur yıl önce, Tolkien'e yazdırılmış olan hikâye, içerdiği "kavramlar" açısından ele alındığında; Allah'a, melek
lere, Süleyman'a, atılan iftiralar; Süleymanın mührü-yüzüğü, Deccal, Ye'cuc – Me'cuc, kıyamet savaşı, medyumluk – büyücülük, cin–şeytanlar ve karanlık-ışık dualitesi gibi birçok kavramlar içermektedir.

KİTABIN ETKİSİ ( GENCLİKTV SUNAR )

1954 yılında piyasaya çıkışından itibaren sadece İngiltere'de, 1968 yılına kadar 38 kere baskı yapması, bu "şeytani kavramlar"la dolu kitaba olan ilginin, o yıllardan itibaren yüksek olduğunu gösteriyor. Bu güne kadar 40 dile çevrilen kitabın, 100 milyon kişi tarafından okunduğu tahmin ediliyor.

Kitap, 60'lı yılların öğrenci hareketleri çerçevesinde öyle bir etki uyandırmış ki; kampüslerde "Frodo yaşıyor" ya da "Cumhurbaşkanı adayımız Gandalf" gibi rozetler görülüyor. Ayrıca ünlü rock şarkıcısı Sting, adını Frodo'nun kılıcından, ünlü New Age müzik topluluğu Shadowfax(Gölge yele) ise adını Gandalf'ın atından almıştır.

YAZAR TOLKIEN


John Ronald Reuel Tolkien: Yoksa İblis'in elçisi mi?
Oxford'ta bir edebiyat profesörü olan Tolkien, "Silmarillion", "Yüzüklerin Efendisi" ve "Hobbit" gibi daha birçok kitabın yazarıdır. Bu kitapları yazmış mı, yazdırılmış mı? Bakın "silmarillion" masalı hakkında yazar ne diyor:

"Hayatımda, 'Silmarillion' kitabında anlattığım hikâyeyi düşünmediğim bir an bile yok"

Acaba Tolkien'i hayallendiren kim? Bu kavramları, karmaşık olayları ve antik çağlara ait verileri, Tolkien nereden biliyor? Yaratılış ve sonrasındaki tarihe dair bir çok gerçekleri bilmesini sağlayan ve bunları kasıtlı bir şekilde çarpıtmasını fısıldayan kim? "Ben sadece kırmızı kitabı tercüme ettim" diyor. Şayet filme kendinizi kaptırmamış; o hayal alemine dışarıdan bakabilecek durumdaysanız; parçaları birleştirince siz de fark edebilirsiniz ki; tüm bunlar, Tolkien'in hayal ürünü olamaz. Aksine ona ilham edilerek yazdırılmış kitaplar, belli bir amaca hizmet etmektedir. ( GENCLİKTV SUNAR )

ŞEYTANLAR KİME VAHYEDER?

Sonsuz Yüce olan Allah, insanlığa en son vahyi olan Kur'an'da bizi şöyle uyarıyor:

Böylece, Biz her bir nebi için insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onların bazısı bazısına aldatıcı güzel sözlerle vahyeder(konuşur). Şayet senin Rabb'in dilemeseydi, bunu yapamazlardı. Onları, iftiralarıyla başbaşa bırak.

[EN'AM(6)/112]

Üzerine Allah'ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin. Muhakkak o fısktır. Şüphesiz şeytanlar, sizinle mücadele etsinler diye dostlarına vahyeder. Şayet siz onlara itaat ederseniz, muhakkak sizler de müşrikler olursunuz.

[EN'AM(6)/121]

Şeytanların, kimin üzerine indiğini size haber vereyim mi?

"Her günahkar-iftiracının" üzerine iner.

Onlar (şeytanlara) kulak verirler ve bunların çoğu yalancıdırlar.

[ŞUARA(26)/221-223] ( GENCLİKTV SUNAR )

Aşağıda inceleyeceğimiz "Silmarillion" kitabında da görüyoruz ki, bu yazılanlar; Tolkien'in bilmesi mümkün olmayan "kadim gerçekler"in çarpıtılması ve yalanlarla süslenmesiyle ortaya çıkmıştır. Kadim çağlarda gerçekleşmiş bu olayları bilen ve amaçları doğrultusunda çarpıtan, insanlığın düşmanı "antik baykuş" İblis'tir. Bu kitaplar, "şeytanca bir dil"de yazılmış ve kavramlar ters düz edilmiştir. "Hak ve Batıl savaşı"nın batıl tarafı olan İblis, bu filmde, batıl mücadelesinin birçok şifrelerini saklamış ve insanlığı da saptıracak tuzaklar kurmuştur. Bilinçsiz bir izleyicinin ve okurun, bu tuzakları fark etmesi mümkün değildir. Biz bu yazımızda, bu "film ve kitaplardaki şeytani planları" deşifre ederek; İblis'in ve sırtını ona dayayan "Küresel Güçler"in gerçek yüzünü ortaya koymaya çalışacağız.

YÖNETMEN VE FİLMLERİ

Üç kitaptan oluşan bu hikâye, kutsal bir metin gibi özen gösterilerek, birebir uyarlama ile ünlü yönetmen Peter Jackson tarafından 2001, 2002 ve 2003 yıllarında; 285 milyon dolarlık bir bütçe ile 8 yıl süren bir çalışmanın sonucu, üç ayrı sinema filmi halinde izleyiciye sunulmuştur. Film 11 dalda Oskar ödülü aldı. Dünya genelinde sinemada 500 milyonun üzerinde kişi tarafından izlendi. Yönetmen Peter Jackson aynı zamanda; "Sevimli Hayaletler", bir uzaylı hikâyesinin anlatıldığı "9. Bölge" ile 2011 ve 2012'de vizyona girecek olan "Hobbit 1" ve "Hobbit 2" filmlerinin yapımcısı ve yönetmenidir.

İblis'in temel yöntemi olan "gerçekleri ters düz etmek" ve "süslü hayaller üretmek" sanatı, sözünü ettiğimiz filmde başarıyla kullanılmıştır. Filmde bahsi geçen birçok efsanevi "kahraman, karakterler ve semboller", "İblis'in kadim planı"na uygun biçimde dizayn edilmiş ve izleyiciye yutturulmaya çalışılmıştır. ( GENCLİKTV SUNAR )

İşte biz bu analizimizde, filmdeki "şifreli mesajlar"ı deşifre edeceğiz ve kısmen açık olan mesajların da, gerçek anlamlarını ve yorumlarını ortaya koyacağız. Bu sebepledir ki önce "Yüzüklerin Efendisi" masalının başlangıcını anlatan ve "şifre kavramlar" içeren aynı yazara ait "Silmarillion" adlı kitaba bir göz atacağız:


Filmin esası, yüzük kavgası. Bu yüzük gerçekte Süleyman'ın yüzüğü. Ancak anlaşılmasın diye değiştirilmiş. Süleyman'ın yüzüğü "Davud Yıldızlı Mühür"dür.
"YÜZÜKLERİN EFENDİSİ FİLMİ"NİN REFERANSI": "SILMARILLION KİTABI"

"Silmarillion", Tolkien'e ölünceye kadar muhtemelen İblis tarafından fısıldanarak yazdırılan ve ölümünden sonra oğlu tarafından el yazması notlarından toparlanarak yayınlanan bir kitaptır. Bu kitap, Yüzüklerin Efendisi hikâyesinin çok öncelerine giderek; meleklerin ve evrenin yaratılmasıyla başlayıp; İblis'in, Allah'a olan isyanını, Dünya'ya sürgün edilmesi ile devam eden süreci ve cinlerin Dünya üzerindeki tarihini, "yalan ve saptırmalarla süsleyerek" anlatmaktadır. Silmarillion kelimesi, kitapta "elfler"in(cinlerin) atası "Feanor" tarafından ak ağaçtan yapılan ve hesapta "Sauron" adlı bir melek tarafından çalınmış olan 3 yüzüğe verilen isimdir.

Kitabın önemli kısımlarına, aşağıdaki birkaç paragrafla kısaca göz atacağız. İblis tarafından ters düz edilmiş kavramlarla dolu olan bu metnin, ne ifade ettiğinin anlaşılması için, biz bu şifresel kavramlarla kastedilen ve bizim tarafımızdan ifade edilen anlamlarını parantez içinde vermekteyiz. Dolayısıyla, parantez içerisinde verilen anlamlar, orijinal metinde yer almamaktadır: ( GENCLİKTV SUNAR )

"SİLMARİLLİON"DAN BİR ÖZET

"Önce Eru (Allah-Tanrı) vardı, Tek olan (Tanrı); Arda'da(Arz-Dünya'da) Illúvatar(Allah-Tanrı) diye isimlendirilirdi ve ilk önce düşüncesinden doğurduğu Ainur'u(Mela-i Ala – Başmelekleri); (yani) Kutsal Olanlar'ı yarattı ve onlar, hiçbir şey yaratılmadan önce onunlaydılar. Sonra Ainur(Mela-i Ala-Başmelekler) ile birlikte Büyük Müzik'i üretmiştir. Ardından, Ainur'a(Mela-i Ala'ya), müzikteki evreni inşa etmelerini emretmiştir. Fakat müziğin normal seyrine aykırı davranan Melkor(İblis), Illúvatar'ın(Tanrı'nın) istediği evrenin inşası sırasında da, aynen müzik icra edilirken yaptığı gibi isyan etmiş ve yanına daha az güçlü olan başka yaratıklardan(cinlerden) de toplamıştır. J. R. R. Tolkien'in, hayali evreni, Orta Dünya'nın(Orta Doğu'nun) başlangıcını anlattığı eseri Ainulindalë'de; kainata verilen isim Eä'dır. Arda(Arz) ise, bu evrende Dünya'ya, Elfler(cin-şeytanlar) tarafından verilen isimdir. Arda(Arz), Eä'nın(evren) tam ortasında yer almaktadır.
(…)
"Illuvatar'ın(Tanrı'nın) aklında, Manwe (Mikail), Melkor'un(İblis'in) kardeşiydi. Illuvatar'ın(Tanrı'nın), Melkor'un(İblis'in) ahenksizliğine karşı yükselttiği ikinci temanın ana enstrümanıydı. (…) Ve Manwe(Mikail), Melkor'a(İblis'e) dedi ki: "Bu krallığı haksızlık ederek kendine almayacaksın, çünkü başkaları da burada senden daha az çalışmadı." Manwe(Mikail) ve Melkor(İblis), Illuvatar'ın(Tanrı'nın) düşüncesinde kardeştiler. Dünya'ya giren Ainur(Mela-i Ala-Başmelekler) arasında en güçlüsü başlangıçta Melkor'du(İblis'ti). Ancak Manwe(Mikail), Illuvatar'ın(Tanrı'nın) en çok sevdiğiydi. Onun isteklerini en açık biçimiyle anlayanıydı. Ainur'un(Mela-i Ala-Başmelekler) en soylusu olan Manwe(Mikail), en çok havayı ve rüzgârı düşünmüştür.


Orta Dünya: Hayali bir yer olsa da; Süleyman'ın hakimiyet alanı olan, Kudüs merkezli Orta Doğu'dur. ( GENCLİKTV SUNAR )
(…)
"Valar'la(Ainur - Mela-i Ala ile) birlikte, varlıkları Dünya'nın yaratılışından önceye dayanan "başka ruhlar" da Dünya'ya girdi, Valar'la(Mela-i Ala-Başmelekler ile) aynı iradenin yarattığı ama daha düşük seviyeli olanlar. Onlar, Maiar'dı(meleklerdi). Valar'ın(Mela-i Ala'nın-Başmelekler'in) halkı, onların hizmetkarları ve yardımcıları.
(…)
"Melkor'un(İblis'in) hizmetindeki en kötü ve en ünlü Maia(melek) ise Sauron'du. Kötülükte neredeyse Melkor'a(İblis'e) denkti. Melkor'un(İblis'in) bütün planlarında, Sauron'un(melek) bir payı vardır. İlk başlarda Demirci Aulë'nin Maia'sı olan Sauron(melek), sonradan taraf değiştirip Melkor'un(İblis'in) yanına geçti. Birinci Çağ'ın sonunda Melkor(İblis), Valar(Mela-i Ala-Başmelekler) tarafından başlatılan Öfke Savaşı'nda(Allah'ın Gazabı'yla) yenilerek Boşluk'a(Cennetin dışına) atıldığında, Sauron(melek), Orta Dünya'nın (Orta Doğu'nun) doğusuna(Babil'e) kaçtı ve sonraki çağlarda kötülüklerin başı Kara Efendi olarak Aman dışındaki bütün dünyaya korku saçtı."

İlk başta mitolojik bir metin gibi algılanan ve birçok kişi tarafından ne manaya geldiği anlaşılamayan kavramlarla dolu olan bu kitapta İblis, Tolkien'e, Allah'ın yaratmaya başlamasından itibaren geçen olayları, Allah'a karşı olan isyanını, Mela-i Ala(Başmelekler) ve diğer meleklerle ilgili olayları, bazı "mihenk noktalarında kritik değişiklikler" yaparak anlatıyor.

KİTAPTAKİ KAVRAMLARIN DEŞİFRESİ

Karmaşık görünen bu metnin, normal okur tarafından anlaşılması güç olduğundan, biz burada mini bir sözlük oluşturarak bu kavramların gerçek manalarını daha açık hale getireceğiz:

Illuvatar(Eru): Tek olan ve herşeyi yaratan Tanrı: Allah
Ainur(Valar): İlk yaratılan Dört Kutsal Ruh. Dört büyük Başmelek(Cebra-El, Mika-El, Azra-El, İsraf-El): Mela-i Ala.

Melkor: Aslen cinlerin önderlerinden olup; Allah'a kölelik-bağlılık ve ibadette gösterdiği dereceden dolayı; Allah onu "melek boyutu"na çıkardı, Mela-i Ala(Başmelekler) ile birlikte oldu. Bunun içindir ki ismi; başlangıçta Aziz-El(El'in Azizi=Allah'ın şereflisi) idi. Önceleri Aziz-El, Dünya'ya gelip, kafir cinlerle mücadele ederdi. Yanında meleklerden yardımcıları vardı. Sauron da muhtemelen bu yardımcı meleklerden birisiydi. Aziz-El, başarılarından ve amellerinden dolayı şımarıp "aklını beğendi ve mantık yaptı". Adem'in kendisine bağlı-saygılı olmasını bekliyordu. Kibriyle-mantığıyla yanıldı ve Adem'e secde etmekten kaçındı. Böylece Allah'ın bire-bir emrine direnmiş oldu ve kovuldu.

Hem "melek boyutu"ndan düşürüldü, hem de Allah'ın lanetiyle tüm güzelliğini ve itibarını kaybetti, ümitsiz(İblis) oldu. Kendisine, Yaklaşansaat'ın sonuna kadar süre verildi. O günden beri ademoğullarını saptırmak için; tüm hırsı ve kiniyle insanoğlunu kandırmak ve kaydırmakla meşguldür. "Yeminli Kadim Planı" işlemektedir. Bugün en çok sözü edilen isimleri; Şeytan, Satan, Lucifer ve İblis'tir. Bu isimlerden birini, diğerinden ayıranlar, farklı görenler, İblis'in tuzağına düşmüş "aldanmışlar", yahut İblis'in emrinde olan "Güç Simsarları"dır.

Manwe: İblis'in anlatımından, bunun Başmelek Mika-El olduğunu anlıyoruz. İblis, Aziz-El iken elbette tüm Başmelekler'le aralarında İslam kardeşliği vardı. Mika-El'e yakınlığı daha fazla da olabilir. Ancak Allah'a karşı saygısızlık yapan ve "şeytanlaşan bir adam"a, hiçbir melek, ya da müslüman yakın olamaz ve behemahal onu reddeder. Allah'ın ve ademoğlunun düşmanını, düşman bilir. İblis, arkadaş olduğunu söylediği Başmelek Mika-El'in adını kullanarak; insanları, kendisi oymuş gibi kandırıyor. Archangel Michael(Başmelek Mikail) diye Dünya'da faaliyet gösteriyor ve insanlığa yönelik "şeytani manipulasyonlar"ı yönetiyor. ( GENCLİKTV SUNAR )

Maia: Valar'ın(Başmelekler'in) yardımcısı olan bir melek. Maia'ın çoğulu Maiar: Baş Melekler'den sonra gelen yardımcı melekler. Melekler arasında tam bir "boyut hiyerarşisi" vardır. İblis, bu hiyerarşiyi taklit ederek; kendisine bağlı "şeytan ordusu"na; çaldığı "spirtüel hiyerarşi" adını kullanıyor. Her konuda, bir maymun gibi davranıyor ve "Allah'ın Sistemleri"ni taklit ediyor.

Sauron: Kendisi de bir Maia yani Melek. Kitaptaki İblis'in anlatımı doğruysa; İblis, Aziz-El iken, Dünya'da müslüman olmayan cinlerle savaşta onun yardımcısı olan meleklerden birisi Sauron. İblis, kendisi gibi Allah'a isyan eden ve "kovulmuş melekler" palavrasını yutturmaya çalışıyor. İblis, kendisiyle beraber başka meleklerin de kovulduğu yalanını, tarih boyunca birilerinin kafasına üflemiş. Sauron'un da bunlardan birisi olduğunu; "kötülüğün efendisi" olarak Dünya'da kaldığı yaldızlı palavrasını atıyor. Kötülüğün-karanlığın efendisi, gerçekte kendisi olduğu halde; kendisini ışık getirici(Lucifer) yahut Başmelek Mikail olarak yutturmaya çalışıyor. Kur'an, açıkça İblis'in dışında tüm meleklerin secde ettiğini ve Allah'a itaat ettiğini bize bildirmektedir. Ancak cinlerden, Allah'ın kölesi olmak yerine, Aziz-El'in kölesi olan "bazı kibirliler"in, onunla beraber isyan ederek İblis'in askerleri olduğu söylenebilir. ( GENCLİKTV SUNAR )

Elfler: Sözlük anlamı da cin olan bu kavramdan, cin-şeytanların kastedildiği çok açıktır. Ancak elfler, hem güzel hem de insanlardan daha güçlü olarak filmde gösteriliyor. Bu, gerçeğe aykırıdır, yalandır. İnsanlar, cinlerin hayranlığını çekecek kadar güzel yaratılmışlardır ve aynı zamanda da güçlüdürler. Kur'an, bu gerçeğe şahittir. İblis'in bu "gerçeği-yalanla değiştirmesi", elbette onun sık baş vurduğu bir yöntemdir. Ve yine Kur'an, cinlerin, insanlardan daha önce yaratıldığına da şahittir.
Ea: Evren
Arda: Arz yani Dünya.
Yukarıda kısa bir özetini verdiğimiz Kitabı, ancak bu düzelttiğimiz kavramlar ışığında değerlendirebilirsiniz. Sonuç olarak İblis, bazı gerçek olayları anlatıyor, ancak kavramlarla oynuyor; "Hak"kı "Batıl"; "Batıl"ı da "Hak" olarak gösteriyor. Bu genel şeytani yaklaşımını, yaldızlı sözlerle-yalanlarla süslüyor. Örneğin, isyan ettiği ve kovulduğu doğru, ancak kendisinin ışık getiren Başmelek Mika-El olduğu, gerçeğin alt-üstedilmesidir. Kendisiyle birlikte isyan eden melekler edebiyatı ise, yaldızlı bir yalandır. Sauron'un da bu isyan eden meleklerden olduğu yalanı, dualite yasası gereğince, bir "Karanlık Efendi ihdas etmek içindir. Çünkü gerçekte insanlık tarihi; bir Hak(nur-aydınlık-ışık)-Batıl(zulumat-karanlık) savaşı tarihidir. Sonsuz yüce olan Allah'ın dualite yasasını bilen İblis; Işık-karanlık mücadelesinin ışıkçılığına soyunuyor. Kendisine tabi olanlara "ışık işçileri" derken; karşı olanlara da "karanlık güçler(enerjiler)" yaftasını yapıştırarak; her zamanki gibi gerçeği ters yüz ediyor.

FİLMİN ÖZETİ:


Frodo Baggins: Hobbit
Film, dokuz ayrı ırktan oluşan Orta Dünya'da, "ışık-karanlık güçler" arasındaki mücadeleyi anlatmaktadır. Karakterler karanlık güçler ve ışık güçleri olmak üzere iki tarafa ayrılmıştır. Karanlık güçler şunlardır:

Yüzüğün gücünü elinde bulunduran ve Orta Dünya'nın özgür halklarını köleleştirmek isteyen Sauron. Gücünü toplayarak, savaşı kazanmak için yüzüğü ele geçirmenin peşindedir.
Bir zamanlar bilge konseyinin başında olan Saruman. Daha sonra şeytanın gücüne boyun eğip onunla işbirliğine başlamıştır.
Eski bir Hobbit olan Gollum. Gollum yüzüğü tesadüf eseri, bir gölün dibinde buluyor ve yüzlerce yıl karanlık mağaralarda kimseye söylemeden saklıyor. Bu süreçte yüzüğün etkisiyle deforme olup, çirkinleşiyor.
Saruman'ın emrindeki Orta Dünya'nın en çirkin, en pis, en vahşi ve en korkulan ırklarından Orklar. Orklar daha önce elf olup, daha sonra Sauron’a hizmet etmeye başlayınca bu hale dönüşüyorlar.
Saruman'ın ajanları olan kuşlar. Saruman için Orta Dünya'da dolaşıp ona bilgi topluyorlar.

Işık güçleri ise şunlardır:

Cesur, haşin, uzun yılları sürgünde, doğada dolaşarak geçiren Aragorn. Aynı zamanda Gondor krallığının tek varisi.
Yüzüğü yok etme görevini üstlenen bir hobbit olan Frodo. Büyük bir fedakarlık yaparak yüzüğü "Hüküm Dağı"na kadar taşımayı ve yok etmeyi kabul ediyor.
Yüzüğün yok edilme planını organize eden büyücü Gandalf.

Gollum: Gerçekte, Süleyman'ın yüzüğünü çalan bir cin-şeytandır.
Işık güçlerine; aynı zamanda Elf kralları, Cüceler, Hobbitler, insanlar ve konuşup, hareket etme yeteneğine sahip olan ağaçlar(entler)de dahildir.
Yüzüğün hikayesi ise şöyledir: yüzük Saruman tarafından binlerce yıl önce "Hüküm Dağı"nda dövülerek yapılmıştır. "Yüzük", daha önce Elflere, Cücelere ve İnsanlara verilmiş olan diğer yüzüklere hükmetme gücündedir. Yok, edilebileceği tek yer ise ilk defa yapıldığı yer olan ve Sauron'un hükmü altında bulunan Mordor diyarındaki "Hüküm Dağı"dır.

Sauron insanlara karşı yaptığı bir savaşta bu yüzüğü kullanmış ve galip gelmek üzereyken, insanların kralı ve Aragorn'un atası olan İsildur tarafından parmağı kesilerek yüzük elinden alınmıştır. Aradan geçen binlerce yıl sonunda yüzük tesadüf eseri, bir gölün dibinde Gollum tarafında bulunmuş, yıllarca karanlık mağaralarda saklanmıştır. Yüzük, yine tesadüfen bu kez bir hobbit olan Bilbo Baggins'in eline geçmiştir. Bilbo yaşlanınca, yüzüğü akrabası olan Frodo'ya emanet etmiştir.

Yüzük, Sauron'un elindeyken, ona karşı başlatılan son savaşta, galip gelmenin imkanı yoktur. Bu çok eski bir mücadeledir. Filmde ışık güçleri olarak gösterilen taraf, çareyi bu yüzüğü yok etmekte bulur. Bunun için "yüzük kardeşliği" adında bir grup oluşturulur. Yüzük kardeşliği, Gandalf, Aragorn, bir cüce olan Gimli, Hobbitlerden Frodo, Sam ve Pippin, Elflerden Legolas ve Gondor vekilharcının oğlu Boromir'den oluşmaktadır. Bu ekipte yüzüğü taşıyan Frodo'dur.

Filmin sonunda yüzük kardeşliği, amacına ulaşır ve yüzük, "Hüküm Dağı"na atılarak yok edilir. Işık ve karanlık arasındaki bu son savaşta, yüzüğün de yok edilmesinin etkisiyle, karanlık güçler kaybeder. Aragorn, kazanılan bu zafer neticesinde varisi olduğu tahtına oturur ve Orta Dünya'nın diğer ırkları özgürlüklerini kazanmış olurlar.

FİLMDEKİ KARAKTERLER: ( GENCLİKTV SUNAR )


Sauron: Başmeleklerin emrinde, Süleyman'a yardım eden önemli bir melek. Hilal, İslam'ın sembolü. Göz ise; Allah'ın herşeyi gören olduğunu gösteriyor. Ancak yalancı İblis, Sauron'u, karanlık güç lideri ve çirkin göstererek iftira ediyor.
Şimdi filmdeki kahramanlara, kavramlara, mesajların gerçek anlamlarına ve verilmek istenen şeytani mesajlara bir göz atalım:

Sauron: "Silmarillion" kitabında bahsi geçen ve eski bir Maia(melek) olan Sauron, Melkor'a(İblis'e) tabi olarak karanlık tarafa geçmiş ve kötülüklerin efendisi olmuştur. Filmde Sauron'a yüklenen anlam budur. Bunun İblis'in büyük yalanı olduğunu yukarıda açıklamıştık.

Ayrıca filmde karanlık Lord Sauron, içinde acımasızlık, kötülük, tüm ırklara hükmetme isteği ile dolu olarak Orta Dünya'nın özgür ırklarını köleleştirmiştir.

Bu Allah'ın peygamberi Süleyman vasıtasıyla Orta Doğu merkezli hakimiyetine şeytanca bir göndermedir. Aslında her şeyi gören göz Allah'tır. Karanlık gücün lideri olarak anlatılan Allah'ın meleği Sauron'dur. İslam'ı temsil eden Hilal ve ortasında "her şeyi gören göz"le, Sauron-Saruman cephesi sembolize edilmiştir.

Sauron(Melek), Saruman'la(Süleyman'la) beraber Allah'ı ve İslam'ı temsil eder ve gerçekte "Hakk-Aydınlığın"(ışığın) taraftarı oldukları halde, karanlık güçler olarak gösterilmiştir. İblis, aydınlık ile karanlığı ters yüz ettiği gibi, arkalarını sıvazladığı masonların "tepe gözlü piramitler"ine de "Yüce Mimar" olarak yerleşmiştir.

Allah tarafından Süleyman'a bahşedilmiş olan ve onunla şeytanları emri altına aldığı yüzük, tek başına bir güç ifade etmez. Yüzük, bir sembol ve mühürdür. Yüzüğün gücü, Allah'ın, Süleyman'a gönderdiği melek(Sauron) sayesinde mevcuttur.


Saruman: Büyücü olarak gösterilen Süleyman Peygamber.
Saruman: Saruman, olarak sunulan karakter, aslında Allah'ın peygamberi Süleyman'dır. Allah, cinleri ve şeytanları, Süleyman'ın, emrine vermişti. Şeytanlar, dalgıçlıktan, taş işçiliğine kadar her türlü işte çalıştırılmaktaydılar. Süleyman'ın ordusu; cinlerden, kuşlardan ve insanlardan oluşmaktaydı. Allah, rüzgârı onun emrine vermişti ve rüzgârla hareket ederdi. Yüzük ise bu mülkü ve gücü temsil eden bir mühürdü. Kısacası karanlığın emrinde, büyücü- kahin olarak gösterilen Saruman, gerçekte Süleyman'dır. Gerçekler ters-yüz edilerek, Süleyman'dan intikam alınmaktadır.

Şeytanlar, gerçek hayatta da; eskiden beri özellikle Süleyman'ı hedef almışlar, ona büyücü diyerek iftira etmişlerdir. Süleyman öldüğünde şeytanlar onun tahtına bir "Büyü Kitabı" koyarak, onun bir büyücü olduğu iftirasında bulundular. İsrailoğulları'ndan bir kısmı da bu iftiraya kanarak fitneye düştüler. Yahudi mistizmi-Kabala'nın mimarları, kendilerine bu iftirayı dayanak yaparak, ezoterik bir sistem geliştirmişlerdir.

Kur'an, İblis'in kölesi şeytanların, Süleyman'a iftira ederek; insanları fitneye düşürdüklerini bize bildirmektedir:

"Onlar, Süleyman'ın mülkü konusunda, şeytanların sözlerine uydular. Süleyman, hakkı örtmedi ancak şeytanlar hakkı örttüler..."

[BAKARA(2)/102]


Elflerin(cin-şeytanların) lideri ve savaşçı bir elf.
Elfler: Elf kelimesinin(Elves) sözlükte Türkçe karşılığı cin-şeytanlar demektir. Gerçekte cinler, insanlardan bir üst boyutturlar ve bundan dolayı da Kur'an'ın bildirdiği gibi insanlar onları göremez, ancak onlar insanları görebilirler.

Kendisi de aslen cin olan İblis ve avanesi, bu boyut farkını, şeytani planları doğrultusunda, çeşitli şekillerde geçmişten beri kullanmaktadırlar. İşte bu sayede, Avatar filmine benzer şekilde, bu filmde de kendilerini gayet güzel, akıllı ve sadık olarak insanlara pazarlamışlardır. Telepati ile anlaşan ve ışığın krallığı(!) olan elf milleti(cin-şeytanlar), filmde aynı zamanda ölümsüz oldukları yalanıyla takdim ediliyorlar. Önceki filmlerdeki gibi bu filmde de elfler(cin-şeytanlar) kutsanıyor.

Aragorn (Yolgezer): Yolgezer de denilen Aragorn; filmde, Gondor'un (insanların şehri) varisi, insanların beklediği kayıp kral, savaşçı ve çok iyi bir yönetici olan kahramandır. İsa gibi yaraları iyileştiriyor. Kıyamet savaşına benzetebileceğimiz, son savaşta da kurtarıcı olarak herkesin umutlarını bağladığı Aragorn, "kurtarıcı-mesih"tir. Tüm İblis imzalı filimlerin bir mesih kahramanı vardır. Beyinlere yerleştirilmeye çalışılan kurtarıcı-mesih; "mesih-i Deccal"dir. Bu filmdede "mesih-i Deccal"; Aragorn'dur. Peygamberimiz Deccal'e; "çok gezen, çok dolaşan ve çok yüzlü" diyor. Yani filmdeki yolgezer; Aragorn.


Aragorn(Yolgezer): Mesih Deccal
Filmde Aragorn, kral olarak dönmek için uygun zamanı bekliyor ve bu zaman gelinceye dek saklanıyor. Saklandığı süreçte, küçüklüğünden beri elfler(cin-şeytanlar) tarafından yetiştiriliyor ve bu 30 yılın sonunda neredeyse bir elf gibi yeteneklere sahip oluyor.

Gerçekte ise Deccal, Allah'ın, çıkışına izin vereceği güne kadar, şeytanlar tarafından hazırlanmaktadır. İblis'in kadim planı gereğince; insanlık, önce yaşayacağı "felaket ve kaos" döneminde, bir kurtarıcıya ihtiyaç duyacaktır. Arkasından "mesih-i Deccal", kurtarıcı olarak ortaya çıkacaktır.

Kahraman(!) Aragorn'un "düşman ordusunun kalbine dalma taktiği" bile, karanlık güç olarak takdim edilen İslam ordularının en büyük kahramanı Halid bin Velid'den çalınmıştır. Filmdeki "filli savaş sahneleri"nin ve "baskın taktikleri"nin , Kadisiye ve Yermük savaşlarından uyarlandığı ilgili uzmanlarca kolayca anlaşılacaktır.


Savaşa sürülen filler. ( GENCLİKTV SUNAR )

Hobbitler: Hobbit kelimesinin Mısır tanrısı Ra'nın(Güneş Tanrı'sı İblis'in) kahini(elçisi) olan bir karakterden geldiği ifade edilmektedir. Bu açıdan bakılınca Tolkien'in, hobbitler yoluyla(İblis'in elçisi yoluyla) mesaj verdiği söylenebilir. Hobbitler, filmde sevgi dolu, barış içerisinde yaşayan ve sorunlarını savaş değil, sevgi ile çözen bir millet olarak veriliyor. Yani bugünkü "şeytani New Age akımları"nın "sahte sevgi felsefesi"nin birçok özelliğini üzerlerinde taşımaktadırlar. Yüzüğü taşıyıp yok ederek, İblis'in sevgi elçileri olarak filmde yerlerini alıyorlar. Sonuçta Hobitler'in, cin-şeytanların bir kabilesi olduğu anlaşılmaktadır.


Gandalf: Işığın temsilcisi gösterilen, ancak karanlığı temsil eden İblis'in kahini-medyumu. Sağında bir elf(cin-şeytan), solunda insanlığa pazarlanan Mesih Deccal: Aragorn.
Gri Gandalf: Bilge, yol gösterici ve büyücü. Gri iken her nasılsa birden Ak (!) Gandalf oluyor. Gandalf, herkesin hayranlıkla ve merakla ne söyleyeceğini beklediği, büyüyü ustalıkla kullanan bir karakter. Her seferinde, büyü gücünü sınayarak daha da güçleniyor. Orta Dünya'nın kaderinde belirleyici bir rol oynuyor.

Gandalf, filmde bir peygamber gibi gösterilirken, Saruman, büyücü olarak takdim edilmiş. Gerçekte filmdeki Gandalf, tam bir İblis elçisidir(medyum-büyücü) ve Süleyman'a ve "Allah'ın meleği"ne karşı savaş vermektedir.

Peygamber gibi takdim edilen büyücü Gandalf'ın oynadığı role benzer bir rolü, bugün İblis'in medyumları oynuyor. Yani bugünkü medyumlar da; şeytanlara (Kryon, Tobias, Saint Germen, İblis vs. ), kanallık vazifesi yapıyorlar. Bu şeytan elçisi insan medyumlarının her biri, celselerde, kalplerinde yaşattıkları şeytanlardan sürekli yalan haber naklederek, canlı yayın görevi yapıyorlar. Daha sonra da bu şeytani fısıltıları, kitap, video ve film olarak yayınlıyarak; "İblis'in Kadim Planı"na hizmet ediyorlar. İblis, bu elçileri ve filmleri aracılığı ile insanlara vadediyor, ancak İblis, Kur'an diliyle "vadetmez sadece aldanmayı vadeder."


Ork: Ye'cuc-Me'cuc

Orklar: Filmde farklı boy ve şekillerde, laftan anlamaz, insan etiyle beslenen, savaşçı, kendi arkadaşlarını bile yiyen vahşi bir topluluk. Orklar, Yaklaşansaat'te, Deccal'in, İsa tarafından öldürülmesinin ardından, "İblis'e boyun eğmiş güç simsarlarını ve tabiinleri"ni yok etmek üzere, her bir tepeden saldıracak olan "Ye'cuc – Me'cuc"u sembolize etmektedirler.

"Ye'cuc – Me'cuc", muhtemelen Atlantis zamanında "insan, cin-şeytan karışımı" olarak üretilen bir nesildir. Atlantis, dünyaya hakim şeytanlaşmış bir insan uygarlığıydı. İblis'in adamları, insanlara, Güneş enerjisinden yararlanma yöntem ve teknolojisini öğretirken; insanlardan kendilerini çoğaltmaya(kopyalamaya) çalışıyorlardı. Böylece ara karma bir nesil; Orklar(Ye'cuc-Me'cuc) ortaya çıktı. O dönemlerde Dünya, hiç olmadığı kadar ifsada uğramıştı. Bu nedenledir ki; evrensel Nuh tufanı oldu ve Dünya azgın kafirlerden temizlendi. Ye'cuc-Me'cuc, yeraltı mağara ve sığınaklarında yaşıyordu. Batan karalarla beraber yeraltına geçtiler. Orada Yaklaşansaat'a kadar çoğalacaklar ve sona yakın tekrar yeryüzüne çıkıp; Mesih Deccal'e tabi olan azgın kafirleri-hakimleri yok edeceklerdir. Bunda ilginç bir ironi vardır. Bu mesele, "Cin-şeytanlar: Ye'cuc-Me'cuc" bölümünde açıklanacaktır.


Orklar: Ye'cuc – Me'cuc ordusu.

Bu konu, Kur'an'da ve özellikle "sahih hadisler"de yer almaktadır. Eski Ahit'de(Tevrat'da) değişik peygamberlerin Yaklaşansaat tasvirlerinde çokça tekrarlanır. Peygamberimizin hadislerine göre; Ye'cuc – Me'cuc, cehennem ehli, kâfir, azgın ve vahşi bir toplumdur. Devlerden ve cücelerden oluşan Ye'cuc – Me'cuc, Allah'ın helak ordusu olup; İblis'in kandırdığı "azgın kibirli kâfirler"in sonunu getirecek olan karşı konulamaz bir güce sahiptir. Hakka karşı plan ve tuzak kuran Lucifer(İblis) kafalıların helakı; bu kavmin(Ye'cuc-Me'cuc) çıkışıyla tamamlanacaktır. Ye'cuc-Me'cuc saldırısı, Kur'an'da, açık ve kapalı tehdit olarak önemli yer tutmaktadır. İşte açık bir tehdit ayeti:

Bir 'Karyete'(İsrailoğulları) ki, onları helak etmeyi haram (kıldık). Şüphesiz onlar, (hakka) dönmezler.

Ta ki Ye'cuc, Me'cuc çıkıncaya ve her bir tepeden akın edinceye kadar!

Hak 'vaad'(helak) yaklaşmıştır. O zaman, hakkı örtenlerin gözleri, bir noktaya dikilecek ve "Vay başımıza, biz bu şeyden(helaktan), gaflet içindeydik. Bilakis bizler, zalimleriz" (diyeceklerdir).

[ENBİYA(21)/95-97]


Savaşa, İblis'in ordusu safında katılan Ent(Ağaç): Büyük yalan!
Entler(Ağaçsakal): Entler, filmde hareket etme yeteneği olan ve konuşan ağaçlardır. Kur'an bize maddenin en küçük yapı taşının melakut olduğunu ve her şeyin melakutunun Allah'ın elinde olduğunu söylemektedir. Aslında cansız gibi görünen maddelerin bile bir ruhu, özü yani bilinci vardır. Allah maddeye hitap ettiği zaman anlar ve O'nun emrine itaat eder. Peygamberimizin(s.a.v.) de ağaçları çağırdığı ve ağaçların Allah'ın izniyle geldiğine dair hadisler vardır. Ayrıca başka bir hadisden de şunu biliyoruz ki; "kıyamet savaşı"nda bir ağaç, arkasında saklanan Yahudi'yi, Müslümanlar'a bildirecek ve ağaç, onlarla konuşarak: "Arkamda bir Yahudi gizleniyor" diyecektir.

Filmde ise ağaçlar, Süleyman'ın(Saruman'ın) düşmanı olarak gösterilmiştir. Ağaçlar, aslında her zaman Allah'ın emrinde ve Müslümanlar'dan yanadır. İblis, bu gücün sadece Allah'a ait olduğunu ve ağaçların O'nun sözünden çıkmayacağını çok iyi bilir, ancak şeytanca, batıla hak elbisesi giydiriyor.

İblis, ağaç figürünü, Avatar gibi diğer filmlerde de kullanıyor. Bunu, Greenpeace gibi çevreci New Age akımlarıyla ilişkilendirerek doğayı kutsuyor. "Küresel güç simsarları"nın çevre tahribatı karşısında, prim yapan çevreci bilinci böylece yem olarak kullanıyor.

YÜZÜĞÜN YOK EDİLMESİ VE "KIYAMET SAVAŞI"


Sauron'un parmağında yüzük: Gerçekte Sauron Allah'ın meleğidir. Yüzüğü yapan, Süleyman'a veren ve yardım eden görevli bir melek.
Filmin başından itibaren işlenen ana temalardan birisi; "güç yüzüğü"nün yok edilme serüvenidir. Orta Dünya'yı (Orta Doğu) özgürleştirmek amacıyla Sauron'a ait olan ve her şeye hükmetme özelliği olan yüzüğün yok edilmesi gerekmektedir. Yukarıda da detaylı olarak belirttiğimiz gibi yüzük, Allah tarafından Süleyman'a verilen ve gücüyle şeytanları emri altına aldığı "mühür-yüzük"tür. Bu yüzüğün yok edilme amacı, şeytanları serbest bırakmaktır. Zaten İblis'in binlerce yıldır, tüm insanlara pazarladığı özgürlük; "insanın kendi nefsine ve şeytanlara köle olması"ndan başka bir şey sağlamamıştır.

Filmde Sauron ve diğer milletler arasında verilen son savaş, Yaklaşansaat'te vuku bulması beklenen, "Kıyamet Savaşı"na(Armegedon) benzemektedir. Sauron'un, savaşın sonunda kaybederek bedeninin erimesi ve yok olması; İsa'nın, Deccal'in üzerine yürüdüğünde; Deccal'in tuzun suda erimesi gibi eriyip yok olması gerçeğinin ters-yüz edilmesinden ibarettir. Gerçek olan şudur; İsa, Yaklaşansaat'te, Dünya'ya tekrar geldiğinde Mesih Deccal'i öldürecektir. Böylece, kör Deccal'in dönemi sora ererken, geriye kalan kibirli azgın kâfirler, Ye'cuc – Me'cuc tarafından yok edilecektir.

( GENCLİKTV SUNAR )

Saruman'ın(Süleyman'ın) benzetildiği kişi: İsrail'in hava saldırısıyla öldürdüğü Hamas liderlerinden Şeyh Ahmed Yasin.
Aynı zamanda filmde sıkça kuşlar da kullanılıyor. Bir sahnede kuşlardan, Saruman'ın ajanları olarak bahsediliyor. Kur'an'dan, kuşların da Süleyman'ın ordusuna dâhil olduğunu, örneğin Hüdhüd kuşunun onun habercisi olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla burada da Süleyman'nın emrindeki kuşlara atıf yapılıyor.

Ayrıca filmdeki iyi insanların hepsi de sarışın ve mavi gözlü Avrupalı insanlar olarak gösterilmiş. Sauron'un ordusunda ise esmer ve Arap görünümlü insanlar yer almaktadır. Ayrıca Saruman(Süleyman) tiplemesinin, İsrail tarafında hava bombardımanıyla parçalanan Hamas liderlerinden Şeyh Ahmet Yasin'e nasıl benzetildiğini kolayca görebilirsiniz.

SONUÇ ( GENCLİKTV SUNAR )

"İblis'in Kadim Planı"na hizmette bir kilometre taşı olan "Yüzüklerin Efendisi" kitabı ve filmi, her yaştan birçok insanı etkilemiştir. Öyleki FRP (Fantasy Role Play: Herkesin oturup filmden bir karakteri canlandırdığı oyun türü) ve bilgisayar oyunlarıyla gençler arasında bağımlılık oluşturmuştur.

İblis bu filmiyle, yandaşları olan şeytanların, Süleyman zamanında yaşadıkları zillet ve aşağılanmanın rövanşını almaya çalışmıştır. Bunu yaparken; Deccal, kıyamet savaşı ve Ye'cuc – Me'cuc gibi "Yaklaşansaat'in büyük olayları"nı saptırarak, gerçekleri ters-yüz etmiş ve kendi mesajlarını beyinlere enjekte etmiştir. Filmde, başından itibaren esas amaç olarak ortaya konulan "yüzüğün yok edilmesi"; Süleyman'ın, "şeytanlara yüzükle vurduğu zincirler"in, bir rövanşıdır.

İblis, gerçekte insanlık tarihinin bu son savaşında, insanoğlunu aldatmak ve haktan saptırmak için tüm ordusu ile Dünya üzerinde faaliyet göstermektedir. Bu film, Nuh'tan itibaren tüm peygamberlerin kavimlerini uyardıkları "Deccal fitnesi"ni pazarlama savaşının önemli bir aşamasıdır.

Özetle İblis imzalı filmlerden biri, belki de en önemlisi olan bu film; İblis'in ve onun liderliğini yaptığı "Küresel Güç Simsarları"nın ve "Masonik Mahfiller"in; "Dünya Hakimiyeti" hayallerinin yansımasıdır. Ancak sırtlarını Lucifer'e(İblis'e) dayayanların, "küresel oyunları ve planları"; "İblis'in Planı"nın içindedir. Yani bu güçler, İblis'in altın tas içinde sunduğu "emperyal hakimiyet"in sarhoşluğu geçmeden, zehirlendiklerini ve dünya- ahiret azabını hak ettiklerini anlayacaklardır. Tüm "cin ve insan şeytanları" bilsinler ki; kainattaki tüm planlar, "Sonsuz Yüce Allah'ın Planı"nın içindedir ve Allah ne diyorsa o olacaktır. O'nun onaylamadığı tüm plan ve tuzaklar, yakın gelecekte, çok geçmeden "tarihin çöp sepeti"ne atılacaklardır.

GENCLİK TV Sizlere kısaca diyorki GÖRDÜĞÜNÜZ DUYDUĞUNUZ HER ŞEY BİR HİLE OLABİLİR..MUTLAKA ARAŞTIRIN..


Kaynaklar:
1) Kuran-ı Kerim
2) Taberi, Tarih-i Taberi, C.1, Çev. Faruk Gürtunca, s.532-534, Sağlam Yy.
3) Kitabı Mukaddes
4) J.R.R Toliken, Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği, İki Kule, Kralın Dönüşü, Çev. Çiğdem Erkal İpek, Metis Edebiyat, 1999.
5) J.R.R Toliken, Silmarillion, Çev. Serap Erincin, Hakan Aytutucu, Altıkırkbeş Yy. 1999.
6) lordoftherings.net
7) yuzuklerinefendisi.com.tr/rakamlar.asp
en.wikipedia.org/wiki/Category:Characters_in_The_Silmarillion
9) glyphweb.com/arda/s/silmarillion.html
10) en.wikipedia.org/wiki/The_Lord_of_the_Rings

DİNLENİYORSUNUZ BÖLÜM 2 !

Televizyonlarda bir reklam vardı: “Ben erkeği sesinden tanırım” diye... Echelon da sizi sesinizden tanıyor. “Tehlikeli” şeyler konuşuyorsanız, ses kaydınızı alıp, otomatik olarak metne dönüştürüyor ve gerekli birimlere sunuyor.

Dünyanın en büyük izleme sistemi Echelon’un merkezi konumunda NSA var. NSA, Kasım 1952'de dönemin ABD Başkanı Harry S. Truman'ın bir genelgesi
yle kurulmuş ve dünya çapında iletişim istihbaratı görevi verilen kurumun varlığı uzun bir süre gizli tutulmuştur. Bu kuruluş, görevi gereği iç ve dış iletişimi denetim altında tutarak ülke güvenliği açısından gerekli olanları ayırmakta ve tasnif edip ilgili birimlere sunmaktadır. Sinyal istihbaratı yapan en güçlü servis CIA adı daha çok öne çıksa da, aslında NSA, ABD’nin gerçek gizli servisi ve elektronik istihbarat örgütü durumundadır.

Önceleri varlığı bile doğrulanmaktan kaçınılan NSA şu anda istihbarat örgütlerinin kapıldığı şeffaflık politikaları (modası mı demek gerekir yoksa?) uyarınca ne gibi faaliyetlerde bulunduğunu tam olmasa da web sitesinde anlatmaktadır. Örneğin NSA sitesinde kurumun, Sinyal İstihbaratı (Sigint: Signals Intelligence) faaliyeti yaptığı açıkça yazılı. Hatta şeffaflık o kadar almış başını gitmiş ki, elde edilen bilgilerin nasıl değerlendirildiğinin bile izahatı yapılıyor.

Şu anda NSA 1972 yılında kurulan Merkezi Güvenlik Birimi’yle (Central Security Service) birlikte çalışmaya başlamıştır. Modern, teknolojik ya da siber istihbarat Sinyal istihbaratını genel olarak uzayda dolaşan telsiz, kablosuz telefon, radar, uydu sinyalleri ve buna bağlı internet trafiğinin toplanması olarak izah edebiliriz. Buna modern, teknolojik ya da siber istihbarat demek de mümkün. NSA, ilk başlarda yer istasyonlarıyla iletişimi denetlerken ilerleyen yıllarda ortaya çıkan uydu teknolojisi ve kablosuz haberleşme imkanları kurumun işini daha da kolaylaştırmış, uydular aracılığıyla iletişim sinyallerini yakalamak ve NSA merkezine aktarmak neredeyse çocuk oyuncağı olmuştur. NSA’nın Ankara’da da ofisi varmış! NSA’nın çeşitli ülkelerde “özel şirket” görüntüsü altında veya bazı askeri üslerde merkezleri var.

Bu merkezler ve ABD’deki NSA merkezinde görevli yaklaşık 50 bin personelin bulunduğu çeşitli kaynaklarda yer alıyor. NSA, Türkiye’de de ABD üsleri ve büyükelçilik dışında Ankara’da da özel bir “mühendislik” şirketi görünümünde faaliyet gösteriyor. NSA şirketinin varlığı, Ankara'daki büroda 19 yıl görev yapan emekli Deniz Astsubayı Mehmet Özkan Birben'in, 'izin paralarını alamadığı' gerekçesiyle açtığı dava ile ortaya çıkmıştı. NSA rozetli Türk’ten ilginç açıklamalar Birben, mahkemeye sağlam deliller sunmuştu. Bu deliller arasında NSA'da çalıştığı süre içinde kendisine verilen başarı belgeleri, sadece NSA görevlilerinde bulunan özel rozeti ve 19 yıllık görev süresinde gizli örgütün Türkiye bürosunda çalışan Amerikalılar ile çektirdiği fotoğraflar vardı.

Birben, dava süreciyle ilgili bir gazeteye yaptığı açıklamada şunları söyleyecekti: “Türk Silahlı Kuvvetleri'nde Deniz Astsubayı olarak görev yaptığım 1979 yılında NSA'dan gelen teklif üzerine görevimden ayrılarak NSA'nın Ankara'daki Teknik İrtibat Bürosu'nda çalışmaya başladım. 1998 yılına kadar bu büroda görev yaptım. Açık adresini mahkemeye de sunduğum NSA'nın Ankara Bürosu'nun hukuki alt yapısı yoktur. Bu nedenle bana ve NSA'da çalışan diğer Türk personele yapılan ödemeler, paravan şirketler kanalıyla gerçekleştirildi.” İzin parasını alamayınca NSA’yı ifşa etti NSA’nın, Türkiye’de faaliyet gösterdiği yönündeki iddiaları reddetti ancak, 22 bin dolarlık izin paraları Birben’e paravan şirket tarafından olay büyümesin diye hemen ödendi.

Ödeme yapıldıktan sonra NSA, Birben’i zorla para sızdırmaktan Türk askeri makamlarına şikayet etti. Ankara Merkez Komutanlığı da NSA’nın şikayeti üzerine Birben’i gözaltına aldı. Bu gelişme üzerine Birben de, NSA'nın asılsız ihbarı nedeniyle gözaltına alındığını ileri sürerek örgüt aleyhine 25 milyar liralık manevi tazminat davası açtı ve davayı kazandı. Bu dava, NSA’nın Türkiye’deki varlığını resmi olarak kabul etmesi açısından büyük önem taşıyor. NSA, ABD şirketleri lehine ekonomik casusluk yapıyor NSA, bir istihbarat örgütü olması hasebiyle sadece ulusal güvenlikle ilgili faaliyetlerde bulunduğu düşünülebilir. Ancak NSA, ülke çıkarları için ihtiyaç duyulan her alanda devreye girip hizmet verebiliyor.

Bunu ilerleyen yıllarda teknolojik casusluk da yapmaya başlaması ve ABD şirketlerine de hizmet verir hale gelmesi net bir şekilde gösteriyor. NSA, ABD firmalarına girecekleri ihalelerde üstünlük sağlamak için rakip firmaların iletişimine kulak kabartmış ve AB’nin büyük tepkisini çekmiştir. TÜSİAD, MİT’ten ekonomik casusluk hizmeti istedi Teknolojik casusluğun getirileri, Türkiye’de TÜSİAD’ın da gözünü açmıştır. TÜSİAD, 1988’de MİT’in ekonomik istihbarat biriminin kurulması için MGK’ya bir rapor sunmuştur. TÜSİAD’ın raporundaki şu cümleler bu anlamda dikkat çekicidir: “Gençleşen ve iyi eğitimli MİT kadrolarında ekonomik istihbaratı hak ettiği konuma yükseltecek güçlü bir birim oluşturulması düşünülmelidir.

Özel sektörümüz belli ölçülerde MİT'in bazı siyasi risk değerlendirmelerinden yararlanmalı. Bu arada tıpkı birçok Batılı ülkede olduğu gibi, yurtdışındaki faaliyetleri sırasında edindiği ekonomik ve ticari (hatta siyasi) istihbaratı uygun gördüğü şekilde ilgili devlet birimleri ile paylaşabilmelidir.” İzleme faaliyeti nasıl yürütülüyor? Gelelim, NSA tarafında çeşitli yollarla elde edilen verilerin nasıl değerlendirildiğine. Sinyal istihbaratı yöntemiyle toplanan tüm veriler, öncelikle NSA merkezine aktarılıyor. Bu veriler, dünyanın çeşitli yerlerindeki üsler, uydu yer istasyonları, dünya yörüngesindeki uydular, casus uçaklar, gemiler ve denizaltılar tarafından elde edilmektedir. Veriler bir telefon konuşması kaydı, internette dolaşan veri trafiği, radar imajları, telsiz sinyalleri olabilir. Bu veriler tahmin edilebileceği gibi yasal olmayan yöntemlerle elde edilmektedir.

ABD, bireylere ve kurumlara ait iletişimi dinleyerek suç işlemektedir. Echelon sistemi, topladığı istihbarat bilgilerini "Intelink" adlı bir bilişim ağıyla kullanıcılara paylaştırıyor. Intelink, ABD'nin 13 ayrı istihbarat örgütüyle bazı dost istihbarat örgütlerini birbirine bağlıyor. Yetkili kullanıcılar bir "ana sayfa" üzerindeki haritanın çeşitli yerlerine tıklayarak istedikleri ülke hakkındaki istihbarat bilgilerine ulaşabiliyorlar. Yarım saatte 1 milyondan fazla bilgi inceliyor Elde edilen bu veriler, Sözlük (Dictionary) adı verilen bir filtreleme sisteminden geçiriliyor. 1982 yılında eski NSA direktörü William Studeman'ın verdiği bilgiye göre tek bir istihbarat toplama sistemi, yarım saat içinde 1 milyondan fazla girdi sağlayabiliyor. Filtreler, bunların 6500'ü dışındakileri atıyor. Bunlardan 1000 kadarı, bir sonraki kademeye iletilmeye değer bulunuyor. Analistler bunların içinden normal olarak 10 tanesini seçiyor ve bunlardan yalnızca bir tanesi sonunda bir rapor haline geliyor.

Telefon görüşmeleri nasıl takip ediliyor? Echelon sistemi ile takip edilen telefon görüşmeleri, ses tanıma özelliğine sahip bilgisayarlar tarafından analiz edilir. Takip edilmesi istenen kişinin ses örneği sistemde kayıtlı olduğu için, kişi telefon görüşmesi yaptığında sesinden tanınarak takibe alınabilir. Konuşmalar ses kaydı olarak elde edildikten sonra, otomatik olarak metne dönüştürülür. Oluşturulan metinler, sözcük sözcük taranarak içlerinde "anahtar sözcük" olup olmadığı da sınanır. Eğer görüşme anahtar kelime içeriyorsa, bilgisayarlar o görüşmeyi hem ses hem de metin dosyası olarak arşivler. Daha sonra görüşmeyi kimin yaptığının tespitine gelir sıra. Uydularla birbirine bağlı Echelon ağı, görüşmenin yapıldığı ülkenin kayıtlarına ulaşarak o insanların kimliklerini belirler. Duruma göre, ilgili kişinin bulunduğu ülkeyle güvenlik anlaşması varsa, konuyu o ülkenin güvenlik servislerine bildirir. Echelon sisteminin kullanılmasıyla yeri tespit edilen kişilerden bir de bir operasyonla Türkiye’ye teslim edilen Abdullah Öcalan’dır.Çecenistan eski lideride bu şekilde öldürülmüştür.

Peki nedir bu ECHELON ?

ECHELON nedir?
ECHELON, 5 devletin (ABD, Ingiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zellanda) istihbarat örgütlerinin dünya üzerindeki iletisim sistemlerini denetlemekiçin kurdukları ortak projenin kod adidir. ECHELON projesinin temelleri 1947'deki UKUSA anlasmasıyla atılmıs, ve 1971'de hayata geçmesinden günümüze dek kapsamını ve kullandıgı teknolojileri sürekli genisletmistir.
Liderligini ABD Milli Güvenlik Dairesi NSA'in yaptıgı ECHELON'un bugün telefon görüsmeleri, emailler, internet baglantilari, uydu haberlesmeleri gibi akla gelebilecek tüm modern iletisim sistemlerini büyük oranda denetledigine inanılmaktadır.

ECHELON nasıl çalısır?
ECHELON sisteminin veri toplamak için kullandigi çesitli yollar vardir. Gelismis anten sistemleriyle uydu haberlesmelerini dinlemek (ki çesitli raporlara göre bu antenler ABD, Italya, Ingiltere, Türkiye, Yeni Zellanda, Kanada, Avustralya, Pakistan, Kenya topraklarinda ve muhtemelen diger bazi ülkelerde de faaliyettedir), yeryüzündeki telefon hatlarini dinlemek,internet baglantilarini dinlemek (internet aginin anahtar baglanti-router noktalarinda ECHELON'un veri iletisimini filtreden geçiren sniffer sistemlerinin bulunduguna inanilmaktadir), kitalararasi iletisim hatlarini dinlemek (ABD'nin okyanus tabanindaki telefon hatlarini kontrol altinda tutabilmek için bu kablolara dinleme cihazlari yerlestirdigi bilinmektedir, bu cihazlardan biri 1982'de kablolarin bakimini yapan bir Fransiz sualti ekibi tarafindan bulunmustur) gibi çesitli yöntemlerle, dünya üzerindeki iletisim sistemlerinden geçen veri paketleri ECHELON tarafindan düzenli olarak toplanmaktadir. Elde edilen bu veriler, DICTIONARY (sözlük) adi verilen bir filtreleme sisteminden geçirilir. DICTIONARY, dinlenen veriler
içinde ECHELON projesinin 5 ortak devletince belirlenen anahtar kelimeler, isimler, adresler, vs. gibi bilgileri tarayan bir bilgisayarlar agidir. Ayiklanan bu "tehlikeli" iletisim unsurlari uzmanlarca incelenmek üzere takibe alinir.

ECHELON bu kadar güçlüyse neden daha önce duymadım? ABD hükümeti ECHELON'un varligiyla ilgili tüm iddialari reddetmektedir. Ama bu yeterli olmamali. Avustralya ve Yeni Zellanda hükümetleri ECHELON'un varligini kabul ettiler. ECHELON hakkinda Avrupa Parlementosu'ndaki ilk rapor 1988'de yayinlandi. 1997'de Steve Wright tarafindan hazirlanan politik kontrol teknolojileri konulu ikinci bir Avrupa Parlementosu raporu (raporun ingilizce orijinali http://cryptome.org/echelon-ep.htm) ECHELON hakkinda daha detayli bilgiler içeriyordu. Bu rapora göre ABD, Avrupa'daki telefon, faks, ve email haberlesmelerinin %90'ini ECHELON sistemiyle denetliyordu. Projeye ortak 5 devletin DICTIONARY'ye girdigi anahtar kelimeleri içeren bir veri elde edildiginde, o anahtari içeren iletisim paketi otomatik olarak istegi yapan ülkenin istihbarat örgütüne gönderiliyordu. Avrupa Parlementosu'nu rahatsiz eden nokta, bu sistemin potansiyel terör eylemleriyle ilgili bilgilerin ele
geçirilmesinin yaninda, çesitli ülkelerle ilgili ekonomik istihbaratin da ele geçirilmesine olanak vermesiydi. Gerçektende, soguk savas dönemi sirasinda gelistirilen ve askeri bilgileri filtreleyen çesitli elektronik istihbarat sistemlerinin aksine ECHELON, resmi daireler, sirketler, organizasyonlar ve bireyler gibi kaynaklari dinlemektedir. Avrupa Parlementosu bu kaygilarin sonucu olarak kisisel mahremiyetin korunmasina yönelik bir arastirma komitesi görevlendirdi

(http://www.heise.de/tp/english/inhalt/co/6724/1.html). Italyan hükümeti ECHELON'un bilgi toplama yöntemlerinin Italyan kanunlarina aykiriliginin incelenmesi için bir komisyon kurdu

(http://www.sunday-times.co.uk/news/pages/sti/98/05/31/stifocnws01003.html?9 99). Danimarka Parlementosu da benzer bir arastirma baslatti. Ve 1999'da, ABD'deki elektronik mahremiyet örgütü EPIC, ECHELON 'un faaliyetleriyle ilgili olarak ABD hükümetini mahkemeye verdi (http://www.epic.org/open_gov/foia/nsa_suit_12_99.html).

ECHELON'un topladığı veriler ne ise yarıyor?
ECHELON'un 1947 UKUSA anlasmasinda karara baglanan temel görevi ulusal güvenligin korunmasiydi. Projenin bugün de bu amaca hizmet ettigi biliniyor. Ama bunun yaninda, endüstriyel casusluk, sivil olusumlarin denetlenmesi (Amnesty International, Greenpeace, vs.), ve kisisel iletisimin kontrol altinda tutulmasi gibi otoriter amaçlarla da kullanildigi konusunda kanitlar
var. ECHELON türünün tek örnegi degil, Rusya, Fransa, Israil gibi devletlerin de benzer sistemler kullandigi biliniyor, ama ECHELON benzerlerinin en gelismisi ve en utanmazi.

Tum bunlar bir yana ECHELON vasitasi ile tum avrupadaki her turlu haberlesme dinlenip Avrupa'li sirketlerin ticari sirlari Amerika'li rakiplerine aktarilirken, AB'den bir kac kem-kum ses disinda ne gibi diplomatik tepkiler verilmistir, daha dogrusu her hangi bir itiraz edilmismidir, veya itiraz edebilme cesaretini kendisinde bulabilmismidir? Ne yazikki Turkiye'de her turlu kavram altust olmustur. Insanlar en basit gercekleri bile anlamakta zorlaniyorlar. Turk Diplomasi tarihinin en buyuk skandali ortaya cikmistir. Baska bir ulkenin temsilcisi kollari bir yandan medyaya ve diger yandanda devlete uzanan gizli bir orgut kurmus, adim adim ajandasindaki planlari uygularken suc ustu yakalanmistir. Acik acik ne yaptiklari belli oldugu halde, bu kisiler utanmadan, buyuk bir piskinlikle kendilerini yakalayanlari suclamakta, hatta dahada ileri gidip diplomatik yolla Turkiye aleyhine ileri geri cikislar yapmaktadirlar. İngiliz gazeteci Duncan Campbell resmi olmayan bir toplantıda Alman Parlementosuna Amerikan Echelon-casusluk sistemi hakkında bilgi verdi. Campbell, 120 uydu sistemi ile, milyarlarca e-mail, telefon konuşması ve faksları tarayan Echelon'un yaratacağı tehlikeleri anlattı.

Bu konuşma sonrası de.internet.com Alman Federal Bilişim Ekonomisi, Telekomünikasyon ve Yeni Medya Kuruluşu (BITKOM) Genel Müdürü Dr. Bernd Rohleder, ile Echelon konusunda bir röportaj yaptı.

de.internet.com: BITKOM, Echelon nedeniyle, Alman ekonomisinin rekabet dezavantajı ile karşı karşı olduğunu düşünüyor mu?

Rohleder: Bu sorunuza ancak "genel ekonomik casusluk" anlamında cevap verebilirim. Şüphesiz bu konudan rahatsızız. Bilidiğiniz gibi, bu konuda kendisini dizginlemeyen başka Avrupa Ülkeleri de var. Bu açıdan özellikle ALman Ekonomisi açısından bu tür bir sorun mevcut. Alman ekonomisi yüksek teknik performansa sahip. Ancak pazarlamada daha az güçlüyüz. Bu da ekonomik casusluk açısından bizi ideal bir casusluk hedefi haline getiriyor. Pazara çıkma süresi daha uzun. Bu nedenle de yabancı casusluk servisleri için çok çekici bir hedefiz.

de.internet.com: Alman şirketleri kendilerini Echelon'un dinlemesinden nasıl koruyabilirler?

Rohleder: Kendilerini korumaları mümkün. Ancak standart bir proses yok. steganografi gibi teknolojiler mümkün. En meşhur örnek; Mona Lisa'nin imaj dosyası. Kirpiklerinin arasında encrypted bir mesaj gizlenmişti. Amerikalılar farkedemediler. Yine de tüm mekanizmalara rağmen, kendilerini korumak isteyenlere özgü standart bir e-mail steganografi programı yok.

de.internet.com: Alman ekonomisinin ne kadarı, bilgilerini gizlemek için bu steganografi sistemi ile birlikte PGP encryption kullanıyor?

Rohleder: Maalesef, sistemin standartlaşmamasının tek bir nedeni yok. Şirketler, Bugüne kadar Alman ekonomisi kendisini kormadı. Şirketlerde ve devlet binalarında dışarıdan sızmalara karşı bir güvenlik bölümü yok. Ekrandaki yazı ve mektupları, uzak mesafelerden okumak mümkün. Almanya'da bu tür tehditlere karşı hassaslık henüz gelişmedi.

de.internet.com: Amerika'da encryption ürünleri satan tüm firmalar gizli servislerle ilişkide olmak zorunda. Aksi takdirde pazarda çalışmalarına izin verilmez. Bu tür ürünler kendi donanım ve yazılımlarını geliştrimeyen ve Amerikalı olmayan firmalar tarafından güvenlik sağlamak için kullanılabilir mi?

Rohleder: Alman güvenlik teknoloji sağlayıcıları dünya çapında firmalar. Ama ABD'ye ihracat yaparken çok sıkı kısıtlamalar var. Amerika orijinli teknolojiye ihtiyacımız yok. Ancak, ABD orijinli standart programların içine "gömülü güvenlik - embedded security" konusu var. Yapmak zorunda olduğumuz şey, ABD ürünleri içine Alman menşeli güvenlik teknolojilerini koymak.

de.internet.com: Yani Alman şirketleri yabancı gizli servisleri tolere etmek zorunda mı ? Bu kadar güçsüzler mi?

Rohleder: Güçsüzler demek istemedim. Kendilerini koruyabilirler ama çok pahalıya mal oluyor. Tabi doğal olarak casusluk sisteminin yabancı şirketlere açık olması beklenemez değil mi?

de.internet.com: ABD dost ülke kapsamında görülerek, Echelon sistemi Bavyera'nın Bad Aibling Şehrinde yer alıyor. Bu nasıl olabilir?

Rohleder: Öncelikle, e-maillerin Bad Aİbling ya da başka bir yerden scan edilmesi neyi değiştirir? Soru şöyle olmalıydı "Bir ülkenin ulusal güvenliği nasıl tanımlanabilir?" Ulusal güvenlik ABD tarafından küresel tanımlandı. Almanya'nın tanımı farklı. ABD tek bir ülke ama dünyadaki tüm problemlere ve tabi Alman endüstrisinin sorunlarına da karışabiliyor. Ancak bu Amerikan olmayan endüstrinin zarar görmesine neden oluyor.

de.internet.com: BITKOM, Echelon ile ilgili ne yapıyor? Yoğun bir lobby çalışması var mı?

Rohleder: Doğal olarak Alman Hükümetinin Bakanlıklarındaki yetkililerle birlikte çalışıyoruz. Yani bu çalışmanın bir parçası Hükümet. Bu konuda söylenecek bir şey yok. İkinci olarak üyelerimizi aydınlatıyoruz. Bu tür sorulara karşı bir haberleşme sistemimiz var. Bu dışarıya açılmayan kendi içimizde bir bilgilenme sistemi olarak yürüyor.

'Global bir network sistemi olarak tanımlanan 'ECHELON', telefonların yanısıra teleks, faks ve internette 'hedef sözcükleri' tarayabiliyor. Milyonlarca mesaj arasında aranan sözcüklerin kullanıldığı elektronik mesajları tesbit ediyor. ECHELON sözlüğünde bulunan hedef sözcükleri tarayan bilgisayarlar, aynı anda gelen mesajları sıraya koyarak taramayı sürdürebiliyor." (8) Entegre olarak NSA koordinasyonunda birbirine bağlanan bilgisayarlar, ajansın her bir kategori için belirlediği 10-50 arasında anahtar sözcüğü tarıyor. Bunlar arasında kişi, örgüt ülke isimleri konu başlıkları ve ayrıca, ilgilenilen kişi veya kurumların bilinen teleks, faks numaraları ve internet adresleri de yer alabiliyor.

Elektronik tarama faaliyetlerinin engellenmemesi için ABD, kendi ülkesinde şifreleme tekniklerini denetim altına almış, bu tür ürünlerin ülke dışına çıkarılmasını ve kendine rağmen geliştirilmesini yasaklamıştır. Çünkü bu teknikler yapılan iletişim istihbaratını engellemektedir. Ancak her ne kadar ABD bunları denetim altına almaya çalışsa bile emperyalist güçler arası çelişkiler nedeniyle şifreleme tekniklerinin gelişimini engelleyememektedir. Zira hiç bir tekel, kendi çıkar amaçlı faaliyetlerinin bir başka tekel tarafından öğrenilmesini istememekte bunun içinde elektronik haberleşmesini gizli-şifreli yapmaktadır. Kısaca ABD tüm arzusuna rağmen bu alanda da giderek denetimi yitirmektedir denilebilir.

Yine Haftalık Fransız Le Nouvel Observatuer dergisinde yeralan bir habere göre CIA, Amerika'nın 50 uydusu ve 20 kadar da gizli üssünden yararlanarak dünya genelinde geniş bir istihbarat çalışması yürütüyor. CIA'nin 100 bin ajanı sadece telefon dinliyor ve teşkilat bu iş için 16 milyar dolar harcıyor. Emperyalizmin özellikle Küba'nın yanıbaşındaki Quantanamo Adası'nda, Avrupa, Avustralya, Çin ve Kuzey Kore'nin burnunun dibindeki Güney Kore'de bulunan üsleriyle sosyalist ülkelere, devrimci mücadelenin geliştiği ya da gelişme zemininin çok güçlü olduğu yeni-sömürge ülkelere karşı istihbarat faaliyeti olduğu ortaya çıkmıştır.

CIA'nın örgütlediği, yetiştirdiği yeni-sömürge ülkelerin işbirlikçi istihbarat teşkilatlarının da bilim ve teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak benzer faaliyetleri devrimci örgütlere karşı yürüttükleri sır değildir. Örneğin MİT, 1990'da Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı'ndan (NSA) her biri 10 ayrı faksı kontrol edebilen 50'den fazla "Faks İzleme Cihazı" almıştır. Mehmet AĞAR'ın açıklamalarına göre 20 bin telefon aynı anda dinlenebilmektedir. Ve ANAP milletvekili Eyüp AŞIK'ın açıklamalarına göre sadece Mehmet AĞAR'ın isteğiyle dinlenen telefon sayısı 2700'e ulaşmıştır.

Yine CIA'nın işbirlikçi ülkelerin gizli servisleri aracılığıyla, dünyanın birçok bölgesinde sabotaj, suikast, adam kaçırma, provokasyonlar, komplolar ve hatta darbeler tezgahlamak gibi birçok operasyonu gerçekleştirebilecek ajan-muhbir-işbirlikçi örgütlenmeleri oluşturduğu, hatta Amerikan Senatosu'nun bütçeden ayırdığı paralarla kontra örgütler yarattığı, çeşitli örgütleri satın alarak işbirlikçi hale getirdiği vb. artık tüm dünyanın bildiği gerçeklerdir. Örneğin, 1996 Eylül'ünde SADDAM ve BARZANİ'nin Kuzey Irak'a girmesiyle birlikte CIA'nın bölgede profesyonel ajanları da dahil 2500 işbirlikçi ajanı olduğu açığa çıkmıştır. Maalesef "herşeye kadir" görülen CIA her nasılsa operasyonu önceden haber alamamış ve 2500 ajanı SADDAM'ın eline geçmiştir!..

BASINDAN SEÇMELER :

Echelon Japonya’ya karşı
ABD tarafından yönetilen uluslararası casusluk ağı Echelon’un gizli faaliyetlerine dair yeni bilgiler ortaya çıkarıldı. Japon Mainichi gazetesinde yayınlanan manşet haberine göre Echelon, 20 yıldır Okyanusya’daki Japon elçilik ve konsolosluklarının iletişimini dinliyor. Bu bilgi, ABD’nin “Asya’daki stratejik müttefiki” Japonya ile ilişkilerini gerginleştirebilecek nitelikte. Mainichi gazetesi, casusluk skandalı ile ilgili bilgileri, Echelon ağını dünya kamuoyuna tanıtan Yeni Zelandalı Gazeteci Nicky Hager’den edindi. Hager, gazeteye yaptığı açıklamada, 20 yıldır süren elçilik ve konsolosluk dinleme faaliyetinin temel amacının “ticari” olduğunu vurguladı. Bu açıklama, ABD’nin Japon şirketlerinin ticari sırlarını elde ederek, uluslararası pazarlarda avantaj sağladığını gösteriyor.

UYDUYLA RÜŞVET TAKİBİ

Amerika, casus uydu sistemi Echelon sayesinde elde ettiği en gizli rüşvet skandallarını bir raporla açıkladı. Rapora göre uluslararası şirketler hükümetlere milyarca dolar yedirdi
Çok eleştirilen Echelon casus uydu sistemi bu kez uluslararası ticarette dönen rüşvet dolaplarını ortaya çıkardı. ABD öncülüğünde İngiltere,Yeni Zelanda, Avustralya ve Kanada istihbarat servislerinin birlikte yarattığı Echelon sistemi, dünyanın her yerindeki e-posta, telefon ve faks gibi her türlü iletişimi dinleyip kaydedebiliyor. Varlığı 1999 yılında Avrupa Birliği'nin gizli bir raporuyla ortaya çıkarılan Echelon, sanayi casusluğunda kullanıldığı gerekçesiyle Avrupa ülkeleri tarafından sert bir dille eleştiriliyordu. Fakat bu defa Echelon'un geniş bilgi ağına rüşvet skandalları takıldı.

AVRUPA ÇOK TEDİRGİN

Masum görünen ve rüşvetle mücadele olarak değerlendirilebilecek bu faaliyetler Avrupa ülkelerinin tepkisini çekiyor. Bu ülkeler, ABD'nin müttefiklerinin ticari faaliyetleri hakkında topladıkları bilgileri Amerikan şirketlerine verdiğini ve bu sayede Amerikan şirketlerinin haksız kazançlar elde ettiklerini iddia ediyor. Avrupa Parlamentosu Amerikan casusluk faaliyetlerini kınayan bir bildiri yayınladı. Bildiride şu ifadelere yer verildi: "Amerikan istihbarat örgütleri sadece genel ekonomik göstergeleri değil, her konudaki ayrıntılı iletişimleri de dinliyorlar. Bu casusluk yolsuzlukla mücadele yerine Amerikan şirketlerine çıkar sağlama amaçlı olarak kullanılma riskini de taşıyor."

BU DÜPEDÜZ CASUSLUK

Amerikan yetkilileri ise bu iddiaları yalanlıyor. Fakat 1994 yılında CIA'nın Amerikan Senatosu İstihbarat Komitesi'ne gönderdiği bir mektup, Avrupalılar'ın korkularında haklı olduğunu gösteriyor. Mektuba göre istihbarat örgütleri sadece rüşveti değil, Amerikan şirketlerinin uluslararası ihalelerde rekabet etmelerini engelleyebilecek bilgileri de takip ediyor.

ANLIYACANIZ TAKİPCİLER UYUN BİR TOPLUM VAR VE % 1 LİK BİR KESİM BUNLARI KÖLELİŞTİRİYOR..KULLANIYOR İSTEDİĞİ GİBİ YÖNETİYOR..

DEV TELEKULAK..

Dönem, Vietnam Savaşı dönemiydi. Komünist, yıkıcı faaliyetten duyulan ve hastalık derecesine varan bir korkunun dönemiydi.

1967 yılında başlanan gözetleme operasyonu, yıllar geçtikçe genişlemişti.

Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi (NSA), zanlılarla ilişki kuran kişileri de "watch list"e (gözetleme listesine) almıştı.

O sıralar ABD'de NSA'nın çok gizli olarak sınıflandırılan "minare" kod adlı operasyonu hakkında çok yoğun bir tartışma sürmekteydi. Bu operasyonda NSA; Pentagon ve FBI ile işbirliği yapmak suretiyle 1973 yılına kadar hükümet politikasını eleştiren binlerce ABD vatandaşını bilgisayarlarla gözetlemişti.

"Minare"nin amacı; "çok gizli" bir NSA talimatında, "Memleket dahilindeki mitinglere, savaş karşıtı hareketlere ve yürüyüşlere katılmış olan kişi ve kurumlar hakkında istihbari bilgiler toplamak"tı. "Minare"nin bir başka boyutu da, NSA'nın bu tür bilgileri topladığını ve değerlendirdiğini kamuoyunun duymamasını sağlamaktı. Kongre Komisyonu Başkanı Senatör Frank Church'un Mart-1976 tarihli araştırma raporunda şu sonuca varıldı: "NSA'nın teknik imkanları, her an Amerikan halkına karşı bile kullanılabilir ve büyük bir tiranlık kurulabilir..."

Dünyanın en büyük casusluk 'fabrikası'
NSA, dünyanın en büyük casusluk fabrikası olarak bilinir. 24 Ekim 1952'de ABD Başkanı Harry S. Truman'ın Dışişleri ve Savunma bakanlıklarına gönderdiği yedi sayfalık "çok gizli" talimatıyla kurulmuş. NSA denilen bu elektronik istihbarat şehrinde (SIGNIT CITY), 35 bin ila 38 bin arası kişi çalışıyor. Çalışanlar arasında, çok güvenilir ve yorulmaz olarak bilinen Mormonlar da bulunur...

NSA'nın gözdesi: Türkiye

NSA'nın en yakından takip ettiği ülkelerin başında Türkiye gelir... Hatırlanacağı üzere, 1972 yılının Ağustos ayında çok önemli bir olay meydana gelmişti... İstanbul-Karamürsel dinleme istasyonunda "analizci" olarak çalışan NSA görevlisi Perry Fellwock, gizli bilgileri Ramparts isimli bir Amerikan dergisiyle paylaşmış, NSA'nın bütün Sovyet kodlarını kırabileceğini iddia etmiş ve bunu ispatlamaya çalışmıştı. Fellwock, Türkiye'deki dev çanak antenleri kullanarak Sovyet ordusunun yaptığı telsiz görüşmelerini ve hatta Sovyet Başbakanı Kosigin ile ölümünden kısa bir süre önce kozmonot Vladimir Kamorov arasında geçen dramatik konuşmayı da dinlemişti.

Zaten NSA'nın Fort Meade'deki merkezi bilgisayarı "Texta"da bütün dünyadan gelen gizli bilgiler toplanıyor. Bu açıdan Türkiye'de Genelkurmay'ın veya şu-bu kurum ve kişinin telefonlarının dinlenip dinlenmemesini tartışmak bile, artık abes kalıyor. Yine Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ABD'nin, Türkiye'deki birçok üssünü feshetmesine rağmen dinleme üslerine dokunmadığı, aksine daha da güçlendirdiği de unutulmamalı.

Altmışlı yılların sonlarında NSA, kendine ait uyduları yörüngeye fırlattırmaya başladı. Bunlar, başta düşük bir yükseklikte seyreden gözetleme uydularıydı ve eliptik bir yörünge çizerek dünyayı kutuplar üzerinden dolaşmaktaydı. Birkaç kilometre yüksekliğe sahip bu yörüngelerinden Varşova Paktı ülkelerinin askeri depolarını izlemekteydiler.

1976 yılı Aralık ayında Keyhole (Anahtar Deliği) sınıfı ilk dinleme uydusu, 480 kilometrelik yüksek bir yörüngeye oturtuldu. Bu uydu hem Doğu Bloku'nun telsiz konuşmalarını hem de sivil telefon görüşmelerini dinleyecekti.
Günümüzde, artık yüzlerce casus uydusu dünya çevresindeki bir yörüngede bulunmaktadır. Bunlar, hem askeri hedefleri gözetlemekte hem de dünyanın neresinde olursa olsun insanların yatak odalarının içlerini bile görüntüleyebilecek uluslararası telefon, teleks veya veri bağlantılarını sistematik olarak inceleyip ilginç bilgilerin bulunup bulunmadığını araştırabilecek niteliktedir.

Yetmişli yıllarda bu gizli servis, dinlenen bütün görüşmelerin değerlendirilemeyeceğini fark etti. O kadar çok bilgi toplanıyordu ki, analizciler patlamak üzereydi. Öte yandan zamanında tercüme edilip kontrol edilmediği için pek çok önemli enformasyon yitip gidiyordu. Dünyanın dört bir yanında bulunan dinleme istasyonlarında görevliler her şeyi aynı anda dinliyor veya okuyorlardı.Sonra bu görüşmeler manyetik bantlarda depolanıyordu ve analiz edilmek üzere, merkeze, yani Ford Meade'ye gönderiliyordu... Her yıl elektronik casusluk sayesinde 50 ila 100 milyon doküman geliyor, bütün bu belgeler Washington'daki bakanlıklara taşınıyordu. Ayrıca günde "gizli" sınıfına giren yaklaşık 40 ton artık, özel bir tesiste yakılmaktaydı...

Yine Promis, yine Promis!

ABD'de Başkan Ronald Reagan'ın yönetim süresi içinde, sırf bu yüzden söz konusu gizli servis genişletildi ve yeniden organize edildi. NSA, gelen enformasyonları daha iyi seçen ve işleyen bilgisayar programlarına ihtiyaç duymaktaydı. İlk kez bir yazılım, bu imkanı tanıdı ve bu yüzden NSA'da büyük bir ilgi uyandırdı. Bu yazılım, Promis 'di...

15 Ocak 1980 günü, Washington'daki Sovyet Büyükelçiliği'ni NSA'nın eski görevlilerinden Ronald W. Pelton aramaktaydı. Eskiden NSA'da kripto uzmanı olarak çalışan Pelton, görüşüp sunmak istediği bazı bilgiler olduğunu bildirmek için Sovyet Elçiliğine telefon etmekteydi. Aynı anda NSA'nın Washington'daki Sovyet Büyükelçiliği'ni dinlemekle görevli bir izleme bilgisayarı çalışmaya ve görüşmeyi kaydetmeye başladı.İşte Pelton Davası denilen bu dava sırasında, "elektronik casusluk ve yabancı kodların deşifre edilmesi" konusunda ortaya çıkan veya sızan bilgiler, NSA'nın teknik imkanlarına büyük bir saygı duymanın yanında her şeyi her zaman bilebilen bir gizli servis kâbusunun da doğmasına neden oldu...

NSA'nın tercümanları ve analizcileri, sıkı şekilde kontrol edilen ve belirli liderlere veya kurumlara odaklanan kompartımanlarda çalışıyorlardı... Pelton'un tespitlerine göre, Kremlin'de yapılan neredeyse bütün telefon görüşmeleri NSA'nın elektronik kulakları tarafından kaydedilmişti.

Kesin olan şu ki, Amerikan ordusu ve istihbarat birimleri son yıllarda dünya üzerinde o kadar yoğun bir dinleme istasyonları şebekesi kurdu ki, dünyanın herhangi bir yerinde bir telefon, telsiz, faks veya kablo görüşmesi yapıldığı anda neredeyse hiçbir şey dikkatlerinden kaçamaz hale geldi.

Zaten NATO ülkelerinde casusluk yapmak, ABD tarafından "nefsi müdafaa-tehdit savmak" olarak değerlendiriliyor...

Der Spiegel: 'Amerika'nın büyük kulağı'

Şubat-1989'da Almanya'da Spiegel dergisi, NSA hakkında, "Amerika'nın Büyük Kulağı" başlığı altında bir kapak haberi yapmıştı. Bu haberde; Kuzey Denizi ile Alpler arasında her kim herhangi bir telefonun ahizesini kaldırdığında NSA'nın öbür uçta oturduğunu herkesin bilmesi gerektiğini, bu yüzden de anayasal olarak garanti altına alınan haberleşme özgürlüğünün boş bir söz olduğunu iddia etmişti. Bunun üzerine Alman Meclisi'nde büyük bir tartışma başladı. Bu tartışmalardan birkaç hafta sonra, Federal Enformasyon Teknolojisi Güvenlik Dairesi (BSI) isimli bir dairenin kuruluş çalışmaları başlatıldı. Tam bir yıl sonra da BND'nin bir tür sivil şubesi olarak BSI, resmen faaliyete girdi. BSI'nın görevi; bakanlıkları, devlet dairelerini ve sanayi işletmelerini her türlü casusluk ve sabotajlara karşı korumaktı.

NSA da, yıllar önce Almanya'daki söz konusu BSI'ye benzer bir hizmet birimini kurma kararı vermişti. Burada da amaç; devlet dairelerini, sivil kurumları, bankaları ve şirketleri kendi imkanlarıyla elektronik saldırılara karşı korumaktı... Türkiye, bu konuda nasıl bir önlem almaktadır? Mesela, Türk Genelkurmayı; NSA gibi kurumlardan, onların dinleme ve casusluk çalışmalarından nasıl korunmaktadır? Bu konudaki hassasiyet nedir?..

Kripto taktiği nasıl ayağa düştü?
1985 yılında verilen başlama işaretinden yaklaşık beş yıl sonra ABD'de "Clipper" isimli bir çip kamuoyuna tanıtıldı. Minicik ve çok ucuz bir kodlama birimi olan bu çip; bilgisayarlara, telefon ve faks cihazlarına kolayca takılabiliyordu. Artık kripto tekniği neredeyse ayağa düşmüştü.

Bu çiple iki kuş aynı anda vurulabilecekti: Bir taraftan "çok sayıda kullanıcıya kodlama cihazları sunabilmek, diğer taraftan da hükümete yasal olarak bine yakın dinleme operasyonu sağlamak..

15 Nisan 1993 günü ABD Başkanı Bill Clinton, "Public Eneryption Management" (Amme Kodlama İdaresi) başlıklı bir kararname imzalayarak bu çipin, ülkesindeki veri güvenliğini artıracağı gibi, ihracatının sağlanmasıyla yabancı gizli servislerin casusluk faaliyetlerini de alt-üst edeceğini ilan etti. Bu yüzden Clipper dışındaki sistemlerin yurtdışına satılması mutlaka engellenmeliydi.

Clinton; Baş Savcılığını, Amerikan donanım üreticilerinin, Clipper çiplerini takıp takmadığını izlemesini istedi. Emniyet güçleri ve diğer hükümet dairelerine de (ki aralarında gizli servisler de bulunuyordu) "elektronik biçimde aktarılan bilgileri yasalar dahilinde toplama ve deşifre etme" görevi verdi. "Key escrow" (anahtar emaneti) yöntemi denilen bir yöntemle de toplanan bu bilgilerin amaç dışı kullanımı önlenecekti.

Başkan'ın bu kararnamesi, ABD'de veri güvenliğine ilişkin geniş bir tartışmanın başlamasına neden oldu... Bu arada bazı matematikçiler de, kendi başlarına kodlama sistemleri geliştirmeye ve bunları pazarlamaya başladılar. En büyük partiyi ise, 1991 yılında geliştirilmiş olan; PGD (Pretty Good Privacy-Çok İyi Gizlilik) isimli bir kodlama programı kopardı. Ücretsiz olarak sunulan PGD; günümüzde İnternet'ten bile temin edilebilmektedir.

Clinton hükümeti, başka bir planda daha başarılı oldu. İçinde bulunduğumuz dijital iletişim çağında emniyet güçleri için bir "Digital Technology and Communications Privacy Improvement Act-Dijital Teknoloji ve İletişimde Gizliliği İyileştirme Kanunu" yayımlayarak telekomünikasyon şirketlerine, FBI'ı, kodlu veya kodsuz dijital hatları dinlemede destekleme zorunluluğunu getirdi.

1994 yılının Aralık ayında Toplumsal Sorumluluğa Sahip Bilgisayar Çalışanları- CPSR Vakfı, Clinton Hükümeti'nin hizmetiçi belgelerine dayanan önemli bir rapor yayımlayarak, NSA'nın kendisine yeni sızma kanalları aradığı, belki de "Clipper"in içinde gizli bir arka kapı bulunduğu yönündeki endişeleri doğruladı. CPSR Başkanı Marc Rotenberg'e göre söz konusu çip, verilerin kodlanmasını da bir sanayi standardı haline getirildiği takdirde; yurtiçinde totaliter bir gözetim, yurtdışında ise devlet eliyle sanayi casusluğuna çok az bir mesafe kalmış olacaktı.

12 katlı anten binası

NSA'da en büyük öneme sahip olan birim, 'Site 300'dür. Burası, Augsburg yakınlarındaki Gablingen am Lech'de bulunan United States Army Field Station- Birleşik Devletler Ordu Sahra İstasyonu'na ait yaklaşık 1.5 kilometrekare genişliğinde bir alandır. Bu alanın tam ortasında, uzaktan bile rahatlıkla görülebilen ve SIGNIT'in Avrupa'daki en büyük ünitelerinden birisi olan yaklaşık yüz metre yüksekliğinde ve profesyoneller tarafından Güney İngiltere'deki taş anıtlara atıfta bulunarak Elektronik Casusluğun Stonehenge'i olarak isimlendirilen küresel bir anten bulunmaktadır. Buranın yanı başında 701'inci Askeri İstihbarat Tugayı'na bağlı üç operasyon tümeni ve birliklerinde yaklaşık 1.500 asker görevlendirilmiştir.

Bütün teknisyenler, kriptologlar ve bilgisayar uzmanları, yerin altına gizlenmiş bulunan ve nükleer bir saldırıya dahi dayanabilen sığınak türü 12 katlı anten binasının içinde çalışmaktadır. Muhtemelen bu binada, Hassas Düzenlemeye Tâbi İstihbarat Birimi-SCIF ismindeki gizli sistem merkezi bulunmaktadır. Bu merkezdeki birbirinden tamamıyla bağımsız olan birimlerde; dinlenen telefon konuşmaları, okunan teleks veya fakslar birleştirilmektedir. Dev boyutlardaki bilgisayar tesisleri, yer altındaki binanın 6. ve 7. katlarındadır. Elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi, Augsburg kentindeki Sheridan Kışlası'nın 154-155. binalarında gerçekleştirilmektedir.

İşler, bununla da sınırlı değildir. Hizmetiçi belgelerden elde edilen bilgilere göre 'Site 300', NSA'nın dev gölge imparatorluğunun sadece bir ünitesidir. İlk önceleri 'çok gizli' ibaresi taşımış olan ve Gablingen'deki tesis hakkında düzenlenen ABD kaynaklı bir raporda, yurtdışı dinleme istasyonlarının Yunanistan da dahil birçok ülkede bulunduğu bildirilmektedir. Mesela, 3'üncü Tümen, Atina'daki Hellenikon ABD Hava Kuvvetleri Üssü'nde bulunan 510 no.'lu binanın anten tesisinden sorumludur.

Gablingen'in sorumluluk alanına 10'dan fazla "mobil mikro dalga röle istasyonu" girmektedir. Bunlar, asıl dinleme istasyonlarının sinyallerini toplamakta, güçlendirmekte ve Bad Aibling'e veya Lechtal'daki merkeze iletmektedir. NSA şebekesinde bulunan iki birim, oldukça esrarengizdir: Operations Company Alpha- Operasyonlar Şirketi Alfa ile Bravo.

Gablingen'deki 501'inci Askeri İstihbarat Tugayı'nın dışında Alman toprakları üzerinde NSA; Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın birçok Eloka birimi faal durumdadır. 1980'li yıllarda bütün dünyada siyasi açıdan bir yumuşama dönemine girildiği halde ABD, milyarlarca dolarlık yatırımlara giderek elindeki bilgisayar destekli dinleme ve değerlendirme tesislerini, uydu terminallerini, yönlü telsiz hatlarını bilgisayarla araştırma sistemlerini ve şifre çözücü bilgisayarları modernleştirmiştir.

Nerede bir dost veya düşman, modern telekomünikasyon yöntemlerinden birisini kullanırsa kullansın; gizli servisler pür dikkat kesilmiş, yapılan bu haberleşmeyi izlemek ve haberleşme alanındaki tekellerini korumak istemektedirler. Zira istihbari bir bilgi, siyasi iktidar anlamına gelmektedir. Schmidt-Eenboom, "Bu yüzden NATO dahilinde birbirine rakip enformasyon edinme girişimleri izlenmektedir."diyor. Schmidt-Eenboom'a göre, herkes herkesi dinlemektedir. NSA'nın, elektronik casusluktan edindiği bilgi ve verilere gelecekte de büyük bir önem vereceği şüphesizdir...

Sayın takipciler ONLAR SİZLERİ İZLESEDE KORKMAYIN..KORKMAK BİZE YAKIŞMAZ..BİZ SADECE DÜŞMANI SİZLERE TANITMAYA ÇALIŞIYORUZ.TEKNOLOJİLERİ NE KADAR GÜÇLÜ OLURSA OLSUN.. ALLAHIN VAAD ETTİĞİ ZAFER YAKINDIR. GENCLİKTV
3. DÜNYA SAVAŞIMI ?

İRAN Devrim Muhafızları'ndan üst düzey bir komutan İran'a karşı yapılacak bir saldırının kısa sürede tüm bölgeyi saracağını ve 3. dünya savaşına dönüşebileceğini söyledi.

Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacizade, İran'ın Arapça devlet televizyonu El Alem'e verdiği röportajda, İsrail ve ABD ikilisinden herhangi birinin İran'a karşı bir sava
şa girişmesi durumunda diğerinin de savaşa katılacağını ileri sürdü.

İsrail'in ABD'den destek almadan İran'a saldıramayacağını öne süren Hacizade, sıcak çatışma durumunda İran etrafındaki ve komşu ülkeler içindeki ABD üslerini hedef alacaklarını ifade etti.

İranlı komutan hedef alacakları ABD üsleri için Katar, Bahreyn ve Afganistan isimlerini zikrederken ABD'nin Türkiye'deki üstlerinden bahsetmedi.

BÖLGEDE HİÇBİR ÜLKE TARAFSIZ KALAMAYACAK


Yaşanacak savaşa karşı bölgedeki hiçbir ülkenin tarafsız kalamayacağını ifade eden Tuğgeneral Hacizade, savaşın kısa sürede bölgeyi saracağı ve 3. dünya savaşına dönüşebileceği konusunda uyarıda bulundu.

İRAN, SAVAŞ İÇİN "KESİN" DİYOR

İki gün önce İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi, İsrail'le İran arsında bir savaş çıkacağının “kesinö olduğunu söyleyerek ülkesindeki herkesten gelecekteki savaş için hazırlıklı olmalarını istemişti.

Tümgeneral Caferi, "İsrail'in İran'a karışı husumeti, nihayetinde fiziksel çatışmaya dönüşecek. Savaş olacak, fakat 'nerede ve ne zaman' olacağı belli değil" ifadesini kullanmıştı.

ARMAGEDDON DİN SAVAŞINA ADIM ADIM.. LÜTFEN BİLGİLERİ PAYLAŞIN DAHA FAZLA İNSANA ULAŞTIRIN.
POLİSE SALDIRI KİMİN İŞİ ?

Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin acil servisinde uğradığı silahlı saldırıda öldürülen polis memuru Tuncay Akyüz ile ilgili tüyler ürperten bir iddia ortaya atıldı.

Son günlerde eğitim kurumlarını kundaklayan terör örgütü PKK, şimdi de hastaneleri hedef almaya başladı. Van'da polis memuru Tuncay Akyüz'ün şehit olmasından sonra çok konuşulacak bir iddia o
rtaya atıldı.

Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin acil servisinde görevli polis memuru Tuncay Akyüz, uğradığı silahlı saldırı sonucu şehit oldu. PKK'lı kalleşlerin arkasından vurarak katlettiği 3 aylık çocuk babası Akyüz'ün, doktor döven BDP Van Milletvekili Özdal Üçer'e müdahale eden polis memuru olduğu ortaya çıktı.

BDP'Lİ ÜÇER'İ ENGELLEYEN POLİSTİ

Üçer, kaza yapan eşi ve kızının getirildiği Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde doktor Oğuz Eroğlu'na tekme tokat saldırmıştı. Acil servisi birbirine katan BDP'li vekil, görevini yapmaya çalışan Eroğlu'nu darp etmişti. Hastanede terör estiren Üçer, tartıştığı başhekime de hakaretler yağdırmıştı. Üçer'in saldırısına maruz kalan doktor Eroğlu, darp raporu alarak memleketine geri dönmüştü. Önceki gün başından vurularak şehit edilen polis memuru Tuncay Akyüz, eşinin yarasıyla ilgilenen doktor Oğuz Eroğlu'na saldıran BDP'li Özdal Üçer'i engellemişti. O gün görevli olan Akyüz, Üçer'i doktorların yanından uzaklaştırmıştı.

ÜÇER POLİSİ AÇIK AÇIK TEHDİT ETMİŞTİ
İslam karşıtı tavrıyla bilinen Özdal Üçer, daha önce de AK Parti'li vekilleri ve polisi tehdit etmesiyle gündeme gelmişti. Van'da düzenlenen bir BDP gösterisi konusunda polislerle tartışan Üçer, tehditler savurarak "Burada herhangi bir vatandaşa zarar gelmesi durumunda, sen ve sana emir verenler nefes alamayacaksınız. " demişti.

YORUM SİZLERE AİT

http://www.youtube.com/watch?v=f5c5MoGRhYk

 

bu videolar Gencliktv Uyantürkiye ye aittir
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol